Küçükken bizi uyutmak için anne babalarımızın yanı başımızda oturarak bize okuduğu, kimi zaman da dinlettiği sonu genelde güzel biten masallarımız vardır. Nasıl ki semboller sadece sembol olarak anlam kazanmıyorsa masallar da sadece iyi ve kötü olarak anlam kazanmıyor. Sembol niteliği taşıyan masallar daha derin mânalar içerir.

Bu mânalar akıl eden toplumlar için çok daha farklı ve derin olabiliyor. Akıl kelimesinin bir anlamı da bağ ilişki demektir. Bağlamlar arasındaki basar ile görebilme yeteneğinin kişide açığa çıkmanın bir sonucu olarak akletme sağlanır.

Masal deryasına dalmaya başladığımızda sadece uyutmanın ötesinde olan işlevlerini görmüş olacağız. Tıpkı Alaaddin’in sihirli lambasında olduğu gibi.

Alaaddin masalının farklı farklı anlatımları mevcuttur ama tüm masallarda ortak olan birkaç durum vardır. Alaaddin, mağara, lamba, cin , saray, sihirbaz terimleri hemen hemen bütün anlatımlarda mevcuttur. Adeta bir semboller hazinesi bu masal.

Alaaddin tüm gün boyunca arkadaşlarıyla eğlenir, gezer, tozar imiş. Bu anlatım Alaaddin’in amaçsız bir yaşam sürdüğünün göstergesidir. İçindeki potansiyelin farkında olmayan dünya denen zanal aleme bağlılığıyla yaşamını idama ettiren kişilik olarak vuku buluyor.

Sonra bir mağarada bir lamba olduğu söyleniyor kendisine. Orada kendisini bekleyen çok büyük zenginlik olduğunu duyunca mağaraya girmek istiyor. Girmeden önce de kendisine bir yüzük veriliyor ve bu yüzüğü takması isteniyor. Bu yüzük tabi ki aklımıza Süleyman’ın yüzüğünü getiriyor.

Buraya kadar geldik. Burada biraz duralım ve derinlemesine inceleyelim. Alaaddin’in kendisine verilen yüzük Süleyman’ın yüzüğü ile örtüşüyor. Bu yüzüğün verilme amacı Lambada olanın kontrolünü sağlamak. Nedir bu lamba ve içindeki ?

Görünüşte lamba sıradan ve kirli bir nesne olarak gözüküyor ve içinde her dileği gerçekleştirebilen bir cin hüküm sürüyor. Lamba ezoterik anlamda ilahi nurun taşıyıcısı anlamındadır. Bir başka anlatım ise lambanın beden, içindeki cin misalinin ise İlahi kıvılcım olduğudur.

Tabi lambanın mağarada olması da aslında çokça gördüğümüz mağara sembolleri ile aynı anlamı taşır. Mağara; yani içe yönelmenin başladığı esnada içerde olan ilahi nurun taşıyıcısı bilgeliğin kabı olan lamba fark edilir. Lambanın fark edilmesi içsel aydınlanma potansiyelin fark etmesi, görmesidir. Göz ile görme değil basar ile görmeye başlamasıdır.

Lambayı bulan Alaaddin lamba çok tozlu olduğu için lambayı ovalamaya başlar. Lambayı ovalamaya başladığı esnada içinden bir cin çıkar. Lambanın tozlu olması tabiri içerde yatan ilahi bilgeliğin aktif değil pasif halde olmasıdır.

Lambayı ovalama eylemine bir parantez açalım. Neden ovalama da başka bir eylem değil hiç düşündünüz mü?

Tefekkür kelimesi düşünmek ve hatırlamak anlamına gelen fikr kökünden türemiştir. Fikr kelimesinin kök anlamı ise ovalamak, parlatmak‘tır. Alaaddin neden başka bir yöntem değil de ovalamak eylemini kullanmıştır anladık galiba şimdi.

Lamba içsel bilgeliğin bulunduğu kap, ovalandıkça yani zikir ve tefekkür edildikçe-derinlikli düşündükçe cin uyanır. Uyanan cin ben bu yüzüğün kölesiyim der. Bu konuşma akla Süleyman peygamberin yüzüğü ile cinlere hükmetmesini getiriyor.

Cin kelimesine baktığımızda kültürümüze yerleşen kalıplaşmış bir anlatımı mevcuttur. Oysaki Kur’an ısrarla atasal kayıtlardan arınmayı, bilinçaltının temizlemesi gerektiğini vurgular. kültürümüze yerleşen cin kavramı görünmez varlıklar, bizi ölümüne korkutan simalarla ortaya çıkan ve hatta insan bedenini bile ele geçirebilen varlıklar olarak bilinir.

Durum bundan çok daha farklıdır. Cinler uçan kaçan, korkutucu şekillerde boy gösteren varlıklar değildir. Cin kelimesinin anlamı örtülü, gizli demektir. Cinn atasal kayıtlardan bize miras kalan anlamından çok bastırılmış, ortaya çıkmamış, saklı kişiliklerimizdir. Bu kişilikler her ne kadar farkında olmasak da derinlerde içten içe bize hükmedebilir ve realitelerimizi negatif yönde oluşturmamıza neden olabilir. (Cin kavramını bir başka yazıda daha detaylı bir şekilde yazacağım. Şimdilik bu kadar yeterli.)

Cinlerimize yani bilinçaltında bulunan saklı ve örtülü kalan düşünce kalıplarımızdan arınarak, bu kapıların oluşturduğu kişilikleri açığa çıkartarak hükmetmemiz gerekiyor. Tıpkı Süleyman peygamberin cinlere hükmetmesi misalinde olduğu gibi. Kendi içselinde saklı kalmış bastırılmış kişilikleri mağarasına girerek fark eden ve bu fark edişle birlikte değişim dönüşüm sonucu ilahi bilgelik sahibi olan Alaaddin, artık cinlerin hükmünden çıkıp, kendi cinlerine hükmetme bilgeliğine erişmiş.

Kendi içsel yolculuğunda derinlere indikçe bastırılmış düşünce kalıplarının etkisinde kalan yolcu, bu bastırılmış düşünce kalıplarının oluşturduğu zanal benliklere bağlı bir yaşam sürerek özünü perdeler (Lambayı bulmadan önceki Alaaddin gibi). Bu yolculukta bastırılmış kişiliklerini fark eden Alaaddin artık lambayı ovarak yani derin tefekkür haline girerek kendi cinlerine hükmedecek bilgeliğe erişmiştir. Bu bilgeliğin bir getirisi olarak cin de ona; Dile benden ne dilersen der ( Tıpkı Süleyman peygamberin hizmetinde olan cinler gibi).

Lamba ve cine sahip olan Alaaddin artık isteklerini yerine getirmeye başlar. Günün birinde pazarda gezen Alaaddin güzeller güzeli bir prenses görür. Görür görmez aşık olmuş prensese. Cinden prensesle evlenmesi için bir dolu altın ve ziynet eşyası istemiş. Bunları gören prens etkilenerek prensesi Alaaddin’e vermiş ve evlenmişler.

Prenses İlahi aşkın sembolüdür. Saf ruhsal özlemin bir timsalidir. Saf ilahi aşka düşen Alaaddin yanar, tutuşur. Kendi bilgeliği sonucu emrinde olan cininden istediği, altın ve ziynet eşyaları, sahip olduğu bilgeliğidir. (Kur’anda geçen ziynet tabiri ile aynı anlamda kullanılmış) Bu bilgeliği İlahi özüne kavuşmak için harcar. Güç için değil aşk için kullanır.

Firavun ve Musa misalinde olduğu gibi. Alaaddin kendisinde açığa çıkan gücü maddesel güç ve zenginlik için kullansaydı firavunlaşacaktı. Oysa sahip olduğu bu gücü İlahi özünü tamamlamak için kullandı ve Musa oldu.

Sevdiğine kavuşan Alaaddin cininden bir saray inşa etmesini ister (Süleyman peygamberin mabed inşa etmesi gibi). Cin bu istek üzerine görkemli bir saray inşa eder. Alaaddin ve prensesi o sarayda mutlu mesut yaşamaya başlarlar.

Saray içsel mabettir. İnsanın iç dünyasında İlahi bilgelik ile kurduğu yapıdır. Mistizimde ” Kişinin kendi evrenini kurması” olarak bilinir. İçsel tefekkür ile arınmış ruhsal bilgeliğe ulaşmış olan Alaaddin, her tuğlası ruhsal bilgelik ile örülmüş bilgelik mabedinde ilahi aşkı ile yaşar.

Bir gün Alaaddin ava çıkmış. Bunu fırsat bilen sihirbaz hemen harekete geçmiş. Sarayın önüne gelen sihirbaz bir plan yaparak lambayı almak istemiş. bu planına kanan prenses lambayı sihirbaza vermiş. Eve dönen Alaaddin lambayı göremeyince dünyası başına yıkılmış.

Sihirbaz sihr kökünden gelir. İnsanın gözünü ya da aklını yanıltan şey demektir. Bulunduğumuz dönemdeki karşılığı illüzyondur. Kuranda geçen tabiri ile aldatmadır. Sihirbaz bu bağlamda nefsin aldatıcı yönü, sahte öğretmen anlamına da gelir. Nefsin aldatıcı yönüne kanınca zana düşünce lambası kaybolmuş Alaaddinin. Lambanın çalınması Kurân’da gaflet olarak yer edinmiş. Gaflete düşen Alaaddin ruhsal bilgeliğini kaybetmiş. Cin artık başkasının kontrolüne geçmiş.

Lambası çalınan Alaaddin lambasını geri almak için uğraşır. Günün sonunda da lambasını ve cinini geri kazanır. Sarayda mutlu mesut yaşamaya devam eder. Masalımız da böylece bitmiş olur.

Alaaddin’in lambayı geri alması yeniden uyanıştır. Bu durum Kurân tabiri ile tövbe kapısından geçmek ile olur. Gaflete düşen birey tövbe kapısından geçen birey, kendini yeniden inşa eder. Gaflet sonucu kendisine yüklenen kodlardan kirlerden arınarak özüne dönüşü sağlar.

Ne masaldı ya…. Küçükken uyumamız için bize okunan masallar meğer uyanmamız içinmiş.

Yararlanılan Kaynaklar:

https://kurandanhayata.com/KuranKavramlari.aspx

5 Comments
Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir