Adı geçen çok da meşhur olan bir hayvan var ayetlerde. İnek, sığır, öküz, boğa olarak çevrilir genelde.
Hindistan’da çok ünlü bu hayvan hatta ona tapılır bile. Niyesini hiç düşündünüz mü? Genelde verilen cevaplar cahiller, puta tapıyorlar olarak geliyor. Çölde kaybolan develer için de cehl olmuş derler yani kaybolmuş. Cehl olmuşlar diye düşünebiliriz ama bu kadarla sınırlı olmadığını da bilmek lazım.
İneğe taparlar evet ama bu öyle basit bir tapma değil. Eski uygarlıklarda tapma mevzularına bir açıklık getirmek gerek bence. Eski uygarlıklarda taptıkları her ne olursa olsun aslında ona tapmıyorlar. Ona yüklenen mânaya tapıyorlardı. Bu da aslında her ne olursa fark etmez ona yüklenen mânayı, ona yüklenen hakikati bildiklerini de gösterir.
Hindu inancına göre şuan içinde bulunduğumuz çağ olan karanlık çağ bir gün sona erecek ve Kali Yuga isimli aydınlanma çağı gelecek ve bu çağın da sembolü kutsal inek figürü içeren Nandi bayrağıdır.
Antik Mısırda ise ünlü bir tanrıçamız olan Hathor inek tanrıça olarak da bilinir. Hathor horusun evi anlamına gelir. Horus her şeyi gören göz olarak nitelendirilir.

Hathor’un başında bulunan boynuz ve ortasındaki güneş Allatra sembolünü andırıyor bana.

Allatra sembolünde içi boş daire şems yani güneş idir. Güneş ilimdir deniyor. Neden ilim anlamına geldiğini hiç düşündünüz mü? Güneş kelimesinin ingilizce anlamı sun demektir. Okunuşu ise San idir. San kaynağıdır güneş. San-dıklarımızın kaynağı. Nedir bu san-dıklarımız? Madde olarak gördüklerimiz San-dır. Gözün görmesi için ışık gerekir. Bu ihtiyacı güneş sağlar. Işık olmadan göremeyiz, san-amayız. Masayı masa san-ırız, ağacı ağac san-ırız. Madde olarak gördüklerimizi sadece maddeden ibaret san-ırız. Bu gördüklerimiz maddeden ibaret sandığımız san-al realitelerimizin kaynağıdır güneş. Sanrının kelime anlamına da baktığımızda var olmayan gerçekliği olmayan bir şeye inanmadır. Bu realite de san-rılıdır. Kaynağı da güneş idir. Dualite yasası gereği zıddıyla kaim olmak zorunda. Nedir bu zıddı peki?
Güneş san-rıların kaynağıdır diyoruz ama o kadar kötü mü gerçekten. Tabi ki değil. Güneş aynı zamanda O’nun ilminin yansımasıdır. O’nun ilmi sembollerle ve sembollere yüklenen mânalarda saklıdır. Bu sembolleri görmemizi sağlayan ise güneştir-ışıktır. San-al realite güneş doğduğunda başlar ve battığında ise san-al realite biter. Bu realitenin yaratılma amacı ise görmek. Enfüste ve afakta deriz. Neden deriz peki? Çünkü içerde olan dışarı tezahür eder. Bu tezahürü de Realite yaratıcısı olan güneş ile görürüz bedensel işleyiş gereği.
Afakta gördükçe enfüs hakkında bilgi edinmeye başlarız (OKU). Bu bilgiler toplandıkça akıl süzgecinden geçerek ağaçlara, kuşlara, dağlara, bulutlara yüklenen mânaları öğrenmeye ve idrak etmeye başlarız. Bu sayede farkındalık sahibi oluruz. Bu farkındalık arttıkça, ilimde derinleştikçe fıtrata dönme gerçekleşir. Fıtrata döndükçe de O’na yaklaşma gerçekleşir. Güneş hem san kaynağı hem de hakikat yansıması oluyor. Zıddıyla kaim oluyor. Hatta kıyamet anlatılarından biri de güneşin batıdan doğacağı söylentisidir. Batıdan doğmasından kasıt bildiğini sandıklarının aslında hiç bilinmediğidir. Bildiğini sandıkların Doğu, Hakikat ise Batıdır ve Güneş kıyamet günü batıdan doğacak. Hakikat insanlara gösterilecek demek isteniyor. Allatra sembolümüze geri dönelim.

Allatra sembolünü küçülttüğümüzde karşımıza Nun harfini andırıyor değil mi? Nun Güney Sami dilinde nabas olarak adlandırılır. Nabas yılan demektir. Yılan ezoterik öğretilerde kundalini enerjisini simgeler. Omurgnın en alt kısmında çöreklenmiş şekilde uyuyan yılan, kişide henüz aktif hale gelmemiş kundalini enerjisidir. Anahtardır. Bilgisayardaki güç düğmesine bakınız. Nun harfine benzediğini göreceksiniz. Kişideki bilinç açılımlarının anahtarıdır Nun. Antik Mısırda da tanrı Nun vardır. İlahi ve dünyevi varoluşun tüm yönlerini kapsayan, farklılaşmış bir dünyada ortaya çıkan her şeyin kaynağıdır. Anahtardır.
Nun. Kaleme ve satır satır yazdıklarına ant olsun ki, Kalem/1
Kalem yazmaya yarayan araç. Kalem-kelam-kelime. Harfler kodlardır. Anahtardır. Elif-lam-mim gibi. Harfler kalem aracılığıyla görünür olur. Duygu ve düşünceler de aynı şekilde kalem vasıtasıyla zahir olur. Kalem ile yazılmadığı müddetçe Zahir olmaz. Batında kalır. Sen yazdıkça batını zahire erdirirsin.
Bir başka ayette de Zü’n-Nun geçer. Ve Zu’n-Nun’u da an! Hani öfkelenerek gitmişti de kendisini sıkıntıda bırakmayacağımızı sanmıştı. Sonra karanlıklar içinde, “Senden başka ilah yoktur! Sen yüceler yücesisin. Ben haksızlık yaptım!” diye seslenmişti. Enbiya/87
Zü’n-Nun Balık sahibidir yani Yunus peygamber. Hani balığın karnında içsel bir dönüşüm yaşamıştı. Saffat suresi 143 ve 144’te ”o tesbih edenlerden olmasaydı diriltilecekleri güne kadar balığın karnında kalırdı” diyor. Bir ölü olarak kalacaklardan olacaktı tesbih etmeseydi. Tesbih eden Yunus peygamber ölü kalmaktan çıkıp diri konumuna geçti. Günümüz tabiriyle aydınlanma gerçekleşti. Nun burda aydınlanma anahtarı-sembolü olarak çıkıyor karşımıza.
Tekrar başlangıç yazımıza bir dönelim; Boğa’nın ingilizcesi Taurus demiştik. Taurus-Toros-Torus
Türkiye’de bulunan toros dağlarımız var. Bu dağların bir başka adı da Binboğa Dağlarıdır. Konu konuyu açıyor işte. Oğuz Kağan destanında oğuz kağan boynuzlu bir miğfer takardı. Bu miğfer Hathorda gördüğümüz sembolün aynısı idi. Oğuz- Okuz-Öküz. Ok tanrısal özelliklere sahip kişi anlamına gelir. Uz-Oz-Öz esas cevherdir. Oğuz-Okuz-Öküz; öze yani esas cehre ulaşmış, tanrısal özelliklere sahip kişi demektir.
Taurus-Toros-torus alanı kalbin yaydığı elektromanyetik alandır. Bilinenin aksine beyin kalbi değil kalp beyni yönetir. Kalbin beyne yolladığı sinyaller beynin kalbe yolladığı sinyallerden 5000 kat daha fazladır. Bireyler arasındaki enerji alışverişi bu alan sayesinde gerçekleşir. Karşımızda duran birinden hiç tanımadığımız halde aldığımız enerjiler bu alanların birbiri ile etkileşime girmesi sonucu olur.
Sahip olunan bu elektromanyetik alan ne kadar genişlerse, bilinç ne kadar yükselirse etrafta dalga halinde dolaşan ve bizim göremediğimiz ilahi bilgelik de o kadar bize doğru çekilir. Rezonans yasası gereği O’nun bilgisine hazır değilsen o bilgi ile de rezone olamazsın.
Bakara ile kastedilen herhangi bir hayvan değil demek ki. Burada bakaradan kasıt esas cevhere ulaşıp tanrısal özellikleri kendinde açığa çıkarmak oluyor. Aydınlanma dediğimiz tabire karşılık gelir bu da.
”Onun bir kısmı ile ona vurun” tabiri de aslında bildiğimiz vurmak anlamında değildir. Kafasına vura vura anlatmak tabiri gibi düşünün. Anlamasını sağlayın idrak ettirin demek istiyor. Anlayan, idrak eden birey artık ölü konumundan diri konumuna geçer. Ölü tabiri kendinde var olan ama açığa çıkmamış, çıkarılmamış bireylerin sürdüğü yaşama hitaben kullanılır. Bu hakikat katrelerinin aktif olmadığı bir yaşamı ikame ettiren birey ölü olarak tabir edilir. Diri ise kendindeki hakikate dair zerreleri fark eden ve bu hakikatleri yaşamına entegre ederek dini sürekli ayakta tutan kişidir.
Şu an hala günümüzde yaşadığımızı sanıyoruz. Oysa hala ölüyüz ve uyanmayı yani Bakarayı bekliyoruz.